Kolluğa intikal etmiş kadına yönelik şiddet olgularının tamamında, şiddet uygulayan veya uygulama olasılığı olan kişilerin, ‘psikososyal destek programı’na alınması zorunlu hale getirilmeli.
CKD Genel Merkezi’nden yapılan açıklamada, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 2016-2020 Ulusal Eylem Planı’nda da şiddet uygulayanlara yönelik rehabilitasyon ve destek programları uygulamak üzere psikososyal destek merkezlerinin kurulacağı ve geliştirileceğinin belirtildiği anımsatılarak, şu ifadelere yer verildi:
“Şiddet uygulayan veya uygulama tehlikesi olanların, zorunlu olarak psikososyal destek programına alınması, toplumca içimizi yakan kadın cinayetlerini engelleyeceği gibi, kadın erkek eşitsizliğinin diğer kurbanı olan erkeğin de önüne onurlu, yeni bir yaşam seçeneği koyacaktır. Mevcut düzenleme mutlaka ve en kısa sürede bu yönde değiştirilmeli, kolluğa intikal etmiş bütün kadına yönelik şiddet olgularında, şiddet uygulayanın veya uygulama olasılığı olanın psikososyal destek programına alınması sağlanmalıdır. Psikososyal destek programı, ilgili uzmanlar tarafından, farklı durumlara göre uyarlanabilecek şekilde özel bir program halinde oluşturulmalı ve bu alanın uzmanları tarafından “Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri”nde veya bu işle yetkilendirilen sağlık kurumlarında verilmelidir. “
CKD’nin uzun bir süredir, hukuki düzenlemelere ve alınan önlemlere rağmen, yıldan yıla artan kadın cinayetlerinin önlenmesi konusunda neler yapılabileceğine yönelik araştırma içinde olduğu kaydedilen açıklamaya şöyle devam edildi:
“Derneğimiz kadın cinayetlerine bakan hukukçulardan ve kadına yönelik şiddet ve bununla mücadele alanında çalışan uzmanlardan görüşler almış; ilgili yazını taramış ve bu konuda düzenlenmiş çeşitli panel ve çalıştaylara katılmıştır. Bu çalışmalarda öne çıkan ve Derneğimizin de paylaştığı görüşler arasında, kısa vadede 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un uygulanmasında görülen aksaklıkların giderilmesi, orta-uzun vadede ise kadına yönelik ayrımcılığın ortadan kaldırılmasının gerekliliği, başta gelmektedir.
Özellikle ‘göz göre göre gelen kadın cinayetleri’ ise ayrıca odaklanılması gereken bir konudur. Bunlar, kadının şiddet görmesiyle veya şiddet görme tehlikesiyle kolluğun kaydına giren, fakat şiddet mağduru kadının 6284 Sayılı Kanun gereği başlatılan korunma sürecinde veya sürecin tamamlanması sonrasında işlenen kadın cinayetleridir. Hatta birçok olguda, şiddet mağduru kadının hayatını tehlikede gördüğünü tekraren kolluğa bildirmiş olduğu da anlaşılmaktadır. Kadın devletten yardım istiyor; devlet şiddet gören kadını korumaya alıyor; fakat fail, içinde yaşattığı şiddetle kadına ulaşıyor. Sonuçta kadın dövülüyor, silahlı saldırıya uğruyor, ağır yaralanıyor ve öldürülüyor. Şiddete uğrayan veya uğrama tehlikesi olan bir kadının Kanunla sağlanan koruma tedbirlerine rağmen bunları yaşaması, önleyici tedbirlerde önemli bir eksiğimiz olduğunu göstermektedir.”
“Aile Bakanlığımıza çağrımızdır”
Böylesi ağır sonuçlara yol açan eksikleri belirlemek ve ona göre acilen etkili çözümler üretmenin gereğine dikkat çekilen açıklamada, “Bu bağlamda CKD olarak, kadına yönelik şiddete karşı mücadelenin merkezinde yer alan başta Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olmak üzere, ilgili tüm bakanlıklara ve diğer kurum ve kuruluşlara sesleniyor ve kadın cinayetlerinin önlenmesi hususunda bugün kamuoyuyla paylaştığımız önerimizin dikkate alınmasını talep ediyoruz” denildi.
Kadına yönelik şiddetin, “kadınlara yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen; kadının fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik açıdan zarar görmesiyle veya acı çekmesiyle sonuçlanan tutum ve davranışların tümü” olarak açıklandığı yazılı açıklamada, ayrıca şu bilgiler yer aldı:
“Bu tutumların mağduru kadındır; faili, ezici çoğunlukla, erkektir. Eldeki veriler, ülkemizde son yıllarda kadına yönelik şiddet vakalarında ve kadın cinayetlerinde artış olduğunu göstermektedir. TBMM Dışişleri Komisyonu Raporu’nda 2008 yılından sonra kayıtların özel biçimde tutulmaya başlandığı belirtilmiştir. 2009 yılından itibaren bakıldığında, kadın cinayetlerinin nüfustaki artışla açıklanamayacak şekilde yıldan yıla arttığı görülmektedir.
Bilindiği üzere, kadın cinayetlerinin hızlı tırmanışı üzerine, mevcut “Ailenin Korunmasına Dair Kanun”un yeniden ele alınması gerekliliği ortaya çıkmış; 2012 yılında ‘6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’ yürürlüğe konmuştur. 6284 sayılı Kanunun hazırlanmasında “İstanbul Sözleşmesi” hükümleri de göz önüne alınmıştır. 6284 sayılı Kanunun amacı şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.”
“Faili merkeze alan çözüm üretilmelidir”
Ancak Kanunun anlaşıldığı üzere yaşanmış veya yaşanma olasılığı olan ve “kolluğun kaydına girmiş cinsiyet temelli şiddet olgularında mağdur olanı ki büyük çoğunlukla bu kadındır, korumaya odaklı olduğu” ifade edilen açıklamaya, şöyle devam edildi:
“Mağduru merkeze alan bu bakış, sorunun tehlikesi ve ivediliği nedeniyle doğru olmakla birlikte, olayın sorumlusu olan kişinin şiddet eyleminin veya eğiliminin devamlılık gösterebileceğinin Kanunda dikkate alınmamış olması, çelişkili bir durum yaratmaktadır. Çünkü sorunun tehlikesi ve ivedi çözüm gerektirmesi, yaşanmış olandan değil; yaşanması muhtemel olandan gelmektedir.
6284 sayılı Kanunda ve bu Kanuna dayanarak çıkarılan Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri Yönetmeliğinde, ‘Şiddet uygulayanın; öfke kontrolü, stresle başa çıkma, şiddeti önlemeye yönelik farkındalık sağlayarak tutum ve davranış değiştirmeyi hedefleyen eğitim ve rehabilitasyon programlarına alınması’ Önleyici Tedbir Kararı kapsamında yer almakta ve hakimin takdirine bırakılmaktadır.”
Bu düzenlemenin de anlaşıldığı üzere “şiddet uygulayanın ve şiddetinin ne olacağı” dikkate alınarak değil; mağdur için alınacak tedbirler kapsamında yapıldığının ve hâkimin takdir edeceği bir tür cezalandırma anlayışını yansıttığının altı çizilen açıklamanın, sonuç bölümü ise şöyle:
“Araştırmalarımızda gördük ki Polis Akademisi tarafından yayınlanan 2016-2017-2018 Kadın Cinayetleri Veri ve Analiz Raporu’nda da özellikle alt gelir grubuna giren olgularda, 6284 sayılı Kanun kapsamında failin rehabilite edici koşullar gözetilmeksizin tedbir kararına maruz kalmasının yanlışlığına değinilmekte; evden uzaklaştırma gibi önleyici tedbirler verilen kişilerin hem rehabilitasyon hem de kalacak yer temini için yatılı öfke kontrol programlarına alınmalarının hayati öneme sahip olduğu ifade edilmektedir.
Kadına yönelik şiddet olaylarında failin de bu yakıcı sorunun tarihsel temelindeki ‘erkeğin kadına tahakkümü’ ile ortaya çıkan kadın-erkek eşitsizliğinin bir kurbanı olduğu kabul edilmeli ve buna göre çözümler üretilmelidir.
Şiddet uygulayanın psikososyal destek programına alınması, mağdurun güvenliği kadar, sistemin diğer kurbanına da yeni bir hayat anlayışı kazandıracak olan insani çözümdür. Şiddet uygulayana; öfkesini kontrol etmeyi ve şiddetiyle ilgili tutum ve davranışlarını değiştirmeyi kazandıracak bir eğitim ve iyileştirme desteğinin verilmesi, önündeki yaşamı daha sağlıklı şekilde düzenlemesini sağlayacak ve hatta belki katil olmasını önleyecektir. Bu nedenle bir ceza değil, tersine bir hak olarak görülmelidir.”